Links Psikoloji Logo 250pxLinks Psikoloji Logo 250pxLinks Psikoloji Logo 250pxLinks Psikoloji Logo 250px
  • Ana Sayfa
  • Makaleler
  • Hakkımızda
  • İletişim
Ebeveynin ödevle imtihanı
11/11/2017
Ergenlik Döneminde Yeme Bozuklukları
05/02/2018

Aile Sistemleri ve İlişkiler

10/01/2018

Yaklaşık 65 yıl önce bir öğretmen ve sosyal hizmet uzmanı olarak çalışmalarına başlayan Virginia Satir zaman içinde ruh sağlığı alanına yönelmiş ve uzun araştırmalar sonucunda aile sistemlerini anlamaya yönelik kendi kuramını oluşturmuştur.

Ruhsal durumu “patoloji/hastalık” merkezli tanımlamaktan ziyade “negatif/işlevsel olmayan/işe yaramayan” aile ilişkileri merkezinde tanımlayan bu yaklaşıma göre terapistlerin en önemli uğraşı ailede olup bitenler, ilişkiler, iletişimler, roller ve bireysel acıya kaynaklık eden aile acısı olmalıydı.

Satir’e göre sağlıksız aile ortamından kaynaklanan sorunlar aile üyelerinden biri üzerinde kendini gösterir ve farklı şekillerde diğer üyelere de sirayet eder. Aile üyelerinden bir tanesi, genellikle çocuklar, sağlıksız ortama tepki olarak ruhsal ve davranışsal sorunlar yaşamaya başlar. Bu kişi sorunlu evlilik ilişkisinden en çok etkilenen ve sağlıksız ebeveyn tutumlarına en çok maruz kalan kişidir.

Aile, tekrarlayan, döngüsel ve öngörülebilir ilişki kalıpları yoluyla denge arayışında olan bir sistemdir. Bu fenomen aile dengesi olarak bilinir. Satir’e göre eşler ailenin mimarlarıdır ve eşler arasındaki ilişki merkez olarak düşünüldüğünde, ailenin diğer üyeleri arasındaki ilişkiler de bu merkez etrafında şekillenir. Yani söz edilen aile dengesi direkt olarak eşler arası ilişki yoluyla belirlenir ve bu ilişkiden etkilenir.

Eşler arası ilişki ve düşük benlik saygısı

Satir’ e göre düşük benlik saygısına sahip kişiler yoğun bir anksiyete yaşarlar, bütüncül ve tutarlı bir benlik algısından yoksundurlar. Bu kişiler başkalarının kendileriyle ilgili ne düşündüklerine fazlasıyla odaklanan fakat kendileri hakkında düşünmeyen, duygularına odaklanamayan kişilerdir. Tutarlı bir benlik algısının olmadığı yerde ise bireysel otonominin kaybıyla sonuçlanan ‘diğerlerine bağımlı olma’ durumu gelişir.

Satir eş seçiminde tesadüfe inanmaz. O’na göre kişi ‘önemli diğerini’ seçerken kendi beklentilerine uymasını umduğu gibi, korkularını ve güvensizliklerini telafi edecek bir yapıda olmasına da dikkat eder. Buna göre benlik saygısı düşük olan bireyler, önemli diğerine yönelik yüksek beklentiler içerisinde olduğu gibi, tam da anlaşılır bir şekilde ona karşı güvensizlik duyan ve süreçte hayal kırıklığı yaşama ihtimaline sahip bir bireydir. Satir bu ihtiyaçla yapılan evlilikleri ‘elde etme çabası’ olarak yorumlar. Bu tür evliliklerde benlik saygısı düşük olan taraf diğerinin benlik saygısını sahiplenmeye, olumlu niteliklerini kendine mal ederek benliğini onarmaya çalışır.

Özetle kişi partnerini kendi eksikliklerini tamamlayan, onun aracılığıyla başarı duygusunu elde ettiği kendisine ait bir uzantı olarak görür. Bu şekilde başlayan ilişkide ise sorunların yaşanması kaçınılmazdır.

Farklılıklar ve anlaşmazlıklar

Satir evlenen iki kişinin, almak kadar vermek sorumluluğunda da olduklarını bilmeleri gerektiğini söyler. Ancak düşük benlik saygısına sahip kişiler, ilişkiye katacakları bir şey olmadığına inanırlar ve kendilerinden beklentiyi minimuma indirirler. Bu da evlilik ilişkisinde sorunlara neden olur. Tutarlı bir benlik algısına sahip çiftler birbirlerine daha kolay güvenir, iyi yönlerini birbirinin istifadesine sunma konusunda daha özgüvenlidirler. Bunun sonucu olarak bireyselliğin takdir edildiği ve gelişim için fırsat olarak görüldüğü bir evlilik şekli ortaya çıkar.

Farklılıklar henüz evlenmeden, tanışma aşamasında fark edilmeyebilir ya da bu aşamada sorun olarak değerlendirilmeyebilir. Ancak evlendikten sonra yaşam ortaklıklarının artmasıyla farklılıklar sorun olmaya başlayabilir, eşler kafalarındaki imge ile gerçek olanın uyuşmadığını görmeye başladıklarında evlilikte pürüzler ortaya çıkmaya başlar. Dolayısıyla evlilik ilişkisinde yaşanan sorunların temelinde bireysel farklılıklara yönelik tutumların yattığı söylenebilir.

Aileye çocuğun katılması

Satir’e göre elde etme çabası neslin devamını sağlama dürüsünün itici gücüdür. Aile sistemine çocuk girdiğinde eşler nesli devam ettirebilme motivasyonuyla çocuğu kucaklarlar, sisteme hızlıca dahil ederler ancak bilinmesi gereken en önemli şey, çocuğun bir ölçüde eşler arasındaki ilişkinin dışında tutulması gerektiğidir.

Çocuğun doğmasıyla evlilik kurumu çocuğu büyütüp besleyerek neslin devamına katkıda bulunduğu gibi ebeveyn öğretileri ile de kültürün aktarımını ve sürekliliğini sağlar. Çocuğun doğumu aynı zamanda eşler arasındaki iş bölümünün yeniden düzenlenmesini gerektirir.

Eşler değerli hissetmedikleri bir ilişki yaşıyorlarsa yukarıda sözü edilen bağımlılık örüntüsü gelişebilir ve eşler arasındaki ilişkide sorunlar ortaya çıkmaya başlar. Bu durumda çocuk, kendini korumak için işlevsel olmayan sisteme işlevsel bir tepki olarak uyumsuz davranmaya başlar.

Evliliğe yönelik yaşanan hayal kırıklığının etkileri

Satir, düşük benlik saygısına sahip evli çiftlerin kaçınılmaz olarak sağlıksız bir aile ortamı oluşturacağına inanır. Bir çiftin ebeveyn olarak nasıl davranacağının en net göstergesi çiftin çocuğuna yüklediği anlamdır. İşlevsiz bir ailede ebeveyn birimi çocuğu, “aileyi topluma kanıtlamak” için bir araç olarak görür.

Benlik saygısı düşüklüğünün sonuçları, ebeveynin çocuğuyla olan ilişkisinde açıkça görülmektedir, tıpkı her ebeveynin “diğeriyle” olan ilişkisinde görüldüğü gibi. Satir sağlıksız ailelerde her ebeveynin eşini ve çocuğunu benliğinin uzantısı olarak görmeye devam ettiğini belirtir. Bu ailelerde her iki eş de çocuğun kendileriyle aynı şeyi istemesini ve her istediklerini yapmasını arzularlar. Sorunların çıktığı nokta tam da burasıdır, her iki ebeveyn de diğerinin çocuğa yönelik beklentilerini kabul etmez, eleştirir ve bu durum ailelerdeki önemli bir tartışma konusu olarak tüm aile hayatına etki eder.

Evlilik uyuşmazlığı ve üçgenleşme

Anne babanın çocuk yetiştirme ve çocukla ilgili tutumlarının farklı olduğu durumlarda çocuk kendini çelişkili talepler arasında sıkışmış bulur. Böyle durumlarda ebeveynlerden biri çocuğu potansiyel bir müttefik olarak konumlandırır, karşı tarafla olan iletişimini çocuk üzerinden kurmaya ve çocuk yoluyla diğer tarafı kontrol etmeye çalışır. Sonuç olarak her ebeveynin aile sistemine hükmetme, kendi ihtiyaçları doğrultusunda aileyi ve çocukları şekillendirme arzusu aile çatışmasıyla sonuçlanır.

Bu durumu Satir şu şekilde ifade etmiştir; “eğer eşlerin benlik saygısı düşükse ve birbirlerine güvenleri az ise evlilik ilişkisinde çocuk yatıştırıcı bir rol üstlenir.” Satir’e göre üç insanın ilişkisi diye bir ilişki biçimi yoktur, daha ziyade yalnızca gözlemci rolündeki üçüncü kişi ile, iki kişi arasında gidip gelen ilişkiler vardır. Bir ebeveynin karı-koca sisteminin dışında kalarak çocuk-anne veya çocuk-baba şeklinde oluşturdukları aile içi yarılmalar, alt sistemler, ilişkide üçgenleşme olarak tanımlanan üst üste binmiş, birbiri içine geçmiş ilişki örüntüleri ortaya çıkarır.

Aile üçgenleşmesinde aşağıdaki durumlar gözlenir,

Kadın eşinin kendisiyle daha az ilgilendiğini düşünür, çocuğa yaklaşır

Erkek eşinin kendisiyle daha az ilgilendiğini düşünür, çocuğa yaklaşır

Çocuk ailenin merkezinde yer almak için anne-baba arasına girer

Bu tür aile üçgenleşmeleri sağlıksız, işlevsel olmayan aile ortamına neden olur. Birbirine güven ve inancın olmadığı aile ortamlarında eşler kendilerini dışlanmış hissederler. Birbirlerinin farklılıklarını fırsat olarak görmek yerine bir sorun olarak gördüklerinde her iki ebeveyn de karşılanmamış ihtiyaçlarının doyurulması için çocuğa yönelir. Bu durumda çocuk bir ebeveynle ittifaka zorlanırken, diğeriyle olan bağını zayıflatır. Sonuç olarak çocuk, ebeveyn ihtiyaçları uğruna kendi gelişiminden vazgeçer.

İşlevsel aile üçgeninde ise taraflar evlilik ilişkilerinin gücünden emindirler ve çocuğun dışarıda bırakılma korkusu anne babayı tehdit etmez. Bu ilişki tipi sağlıklı baba-çocuk ve anne-çocuk ilişkilerinin kurulmasını sağlar ve çocuğun hiçbir şekilde anne-baba birimine dahil edilmeyeceğini açıkça ortaya koyar. Birbirleriyle sağlıklı iletişim kurabilen ebeveynler, ailenin lideri olma konusunda çatışma yaşamazlar, duruma ve şartlara göre değişebilen roller üstlenirler. Bu ortamda büyüyen çocuk kendi kimliğini kazanabilir, yaşamda kendine yer bulabilir ve ilişkilerin istikrarı konusunda bir güven ve inanç geliştirebilir.

İletişim Teorisi

Diğerleriyle iletişim sözlü veya sözsüz, bilinçli veya bilinçsiz insan hayatında yaşamsal bir öneme sahiptir. Satir’e göre içimizde olanları, hissettiklerimizi aktarmaya çalıştığımızda çoğu zaman başarısız oluruz. Çünkü karşımızdakinin zihnimizi okumasını, bizi anlamasını ve ihtiyacımıza göre tepki vermesini bekleriz. “Neler yaşadığımı bilmiyorsun, duygularımı anlamıyorsun” şeklindeki söylemlere çiftler arasında sıkça rastlarız. Bu durumda eşinin hislerini anlamayan kişi yeterince değer ve sevgi göstermemekle suçlanır.

İletişim eşler arasında olup biten her şeyi kapsayan ve etkileyen büyük bir şemsiye gibidir. Bir bireyin ilişki kurma biçimi, diğer insanlarla yaşayacağı deneyimlerde büyük rol oynamaktadır. Satir tüm iletişim biçimlerinin öğrenilmiş olduğunu belirtir ve iletişimin sesle donatılmış bir film kamerası olduğunu ve sadece şu ânda, şu ân burada ve buradaki iki kişi arasında gerçekleştiğini söyler. Dolayısıyla geçmişin pişmanlıklarını ve geleceğin endişelerini yüreğinde taşıyanların değişim için şansları çok azdır. Çünkü değişim tam da yaşadığınız ân içerisinde gerçekleşebilen bir durumdur. Geçmiş geçmiştir, gelecek ise belirsiz, bu nedenle âna odaklanmak, duygusal ve davranışsal yatırımları âna yüklemek en sağlıklı olanıdır.

Ruh sağlığı ve iletişim arasındaki yakın ilişkinin varlığı birçok araştırmada gösterilmiştir. Eşler arasında doğru iletişim kanalları açıldıkça, birbirinde uzaklaşma yerine samimiyet, üstün ve yetkin olma arzusu yerine işbirliği arttıkça her iki taraf da kendini daha iyi hisseder, evlilikten alınan doyum artar ve ilişki güçlenir.

İletişim kalıpları

Bireylerin stres altındayken başvurdukları beş farklı çeşit iletişim tarzı bulunmaktadır. Bu iletişim kalıplarından dördü uyumsuz iletişim olarak tanımlanmıştır. Moore ve Kramer (1999) uyumsuz iletişim biçimlerinin, kişinin gerçek duygularını ve gereksinimlerini gizleyen kamuflaj mesajlar içerdiğini belirtir. Bu tarz uyumsuz iletişim kişiyi kırılganlığa ve savunmasızlığa karşı koruyan bir işleve sahiptir. Sonuç olarak insanların iletişim içindeyken genellikle gerçek duygularını gizlediğini söyleyebiliriz.

Uyumsuz iletişim kalıplarından ilki aşırı uyumlu, yatıştırma ve gönül alma üzerine kurulu bir tarzdır. Burada kişi kendi duygularını tamamen bir kenara bırakarak karşısındaki kişinin talepleri ve beklentileri doğrultusunda hareket eder. Bu kişiler kendi benliklerini inkar ederler ve bilinçaltında değersizlik duyguları yoğundur. İç sesleri genellikle şöyle konuşmaktadır, “her daim iyi ve kibar olmalıyım, kimseyi üzmemeliyim”. Bu kişilerin tek amacı diğerlerini memnun etmektir. Ayrıca yolunda gitmeyen her şeyin sorumluluğunu da kendi üzerlerine alırlar. Bu tip insanlar kendilerini küçük görüp başkalarına aşırı değer atfetme eğilimindedirler. Sürekli evet modundadırlar, sürekli özür dilerler, asla aykırı düşünemez ve farklı fikirde olamazlar. Eleştiriden kaçınmak için kendi fikirlerini söylemezler. Uyumlu iletişimciler düşünce ve duygularını başkalarına yansıtmazlar ve böylece manipülasyondan kaçınırlar. Özsaygı düşüklüğünün sonucu olarak diğerlerinden zarar görme endişeleri karşısında geliştirilmiş bir iletişim tarzıdır.

Bir diğer uyumsuz iletişim kalıbı olan suçlayıcı ise yukarıda bahsedilen tarzın tam tersidir. İletişimde suçlama dilini yoğun olarak kullananlar, kendi duygularına odaklanmış ben merkezci kişileridir. Kendilerini koruma, sürekli savunma ve diğerlerini suçlama halindedirler. Genellikle düşmanca, asi ve şiddete eğilimli olarak tanımlanırlar. Kendi içlerinde yalnız ve sürekli gergin bir haldedirler. Başkalarını suçlayarak güç ve benlik doyumu kazanmaya çalışırlar. Diktatör ve patron rolünde sürekli arızaya odaklanırlar. Eylemlerinin sonuçlarını üstlenme ve bedel ödeme sorumlulukları gelişmemiştir.

Üçüncü iletişim modeli aşırı mantıklı (süper makul) olarak tanımlanan, kendisinin ve başkalarının duygularını fark etmeyen, hatta inkar eden bir tutum içerisinde katı, takıntılı ve her daim haklı olan tiplerdir. Duygusal olmayan robot benzeri bir ilişki biçimleri vardır. Hem kendilerini hem de başkalarını kontrol altında tutma arzusu yoğundur. Sürekli en iyisini biliyormuş gibi davranırlar. İletişim kurarken karşıdaki kişinin ne söylediğine odaklanmazlar, zihinleri hep bir şeyler aktarmak, öğretmek ve kendilerini anlatmakla meşguldür. Yoğun bir empati eksikliği yaşarlar. Eleştiri karşısında aşırı tepki gösterirler ve kırılgan bir tutum içerisine girerler.

Dördüncü iletişim tipi ise aşırı mantıklı tutumun tam tersi şekilde ilgisiz, umursamaz, önemsemeyen bir tutum içerisindedir. Konuşulan konuya odaklanamayan, başka işlerle meşgul ve sürekli dikkati dağınıktır. Ne kendisiyle ne de iletişim halinde olduğu kişilerle tam anlamıyla ilişki kuramazlar. Sürekli dağınık, meşgul ama neyle meşgul olduğu bilinmeyen, anlaşılamayan bir haldedirler.

Tüm bu işlevsel olmayan, sağlıksız iletişim kalıpları düşük özgüven ve tutarlı bir benlik algısına sahip olamamanın ürünüdür. Satir bu benlik değerinin anne-baba ve çocuk üçlüsünde öğrenilebileceğini söyler.

Melike İlerisoy
Uzman Klinik Psikolog

Paylaş
4
© 2021 LINKS Group. All Rights Reserved.