Anneyle kurulan ilk bağ hayatımızın geri kalanında kuracağımız tüm ilişkileri etkiliyor. Doğumdan itibaren anne ile çocuk arasında duygusal bir bağ oluşmaya başlıyor. İşte bu bağlanma ilişkisi kişinin kendine ve diğerlerine bakışına, arkadaşlık ve romantik ilişkiler dahil her türlü ilişkisine ve sorunlarla baş etme tarzına kadar çok geniş bir yelpazede etkili.
Canlı organizmalar nesiller boyunca sıcağa, soğuğa, aydınlığa ve karanlığa, iklim ve beslenme koşullarına, diğer canlılarla bir arada olmaya, kendi türüyle birlikte yaşamaya uyum sağlamak zorunda kalmıştır. Annenin desteğiyle birlikte her canlı için farklılık gösteren bu uyum süreci insanoğlunda diğer canlılara göre çok daha uzun sürmektedir. Diğer canlılarla kıyaslandığında insanın kendi başına yetebilen bir varlık haline gelebilmesi için özellikle biyolojik yetersizlikleri dikkate alındığında hem fiziksel hem de duygusal açıdan bakım veren birine muhtaçtır.
Henüz tam olarak kanıtlanamamasına karşın anne ile bebek arasındaki ilişkinin doğum öncesi dönemde kurulduğu ileri sürülmektedir. 26. Haftadan itibaren fetüsün annenin duygulanımları anlayabilme ve tepki verebilme becerisinin geliştiği bildirilmektedir. Hamilelik döneminde annenin karnına dokunarak bebeğiyle iletişim kurması, zaman zaman onunla konuşması, varlığından duyduğu olumlu duygularını ona aktarmasının bağlanma ilişkisinin temellerini attığını söyleyebiliriz.
Bağlanma kuramının kurucusu ve bir çocuk psikanalisti olan Bowlby’ye göre çocuğun erken dönemde anne ile kurduğu ilişkinin kalitesi ve niteliği çocuğun psikolojik gelişimini yaşam boyu etkilemektedir. Bowlby 1040’lı yıllarda bakımevleri ve yetimhanelerde büyüyen kimsesiz çocuklarla yaptığı çalışmalarda gözlemlediği davranış sorunlarının büyük ölçüde erken dönem bağlanma ihtiyacının karşılanmamış olmasından (anne yoksunluğu) kaynaklandığını ortaya koymuştur. Bağlanma kuramı olarak adlandırılan bu yaklaşımın temel noktası annenin bebeğine ‘dış dünyayı araştırabileceği ve öğrenebileceği güveni vermesi” ve “ihtiyaç duyduğunda geri dönüp destek almasına yardımcı olacak emniyet duygularını” sağlayabilmesidir.
Bağlanma terimi bebeklerle anneleri veya bakım verenleri arasında kurulan duygusal olarak destekleyici bir ilişkinin varlığını ifade eder. Yaşamın erken dönemlerinde belirlenen ve süreklilik gösteren bağlanma şekli, kişinin diğer insanlarla ilişki kurma biçimini de belirlemektedir. Her bağlanma şeklinin farklı özellikleri bulunmaktadır ve bu ilişkinin güven verici, destekleyici nitelikler taşıyıp taşımadığı ileriki ilişkiler için de bir yapı sunmaktadır.
Bebek doğduğu andan itibaren kendini besleyecek koruyup kollayacak “güvenli bir liman” arayışındadır. Bu da çoğu zaman anne olmaktadır. Anne çocuğun bağlanma ihtiyacını karşılayan bir ‘öteki’ olarak adlandırılabilir. Annenin sağladığı bağlanma ilişkisinin niteliği de diğer ötekilerle ve kişinin kendisiyle kuracağı ilişki için belirleyici olmaktadır. İlk dönemde kurulan bu bağlanma tarzı büyük ölçüde kalıcı ve değişmez bir nitelik taşımaktadır.
Anne karnında başlayan bağlanma ilişkisi için bebeğin dünyaya geldiği andan 2 yaşına kadar geçen süre kritik dönem olarak tanımlanmaktadır. Bebek doğduğunda henüz ben ve diğerleri ayrımı, çevre farkındalığı oluşmadığı için zaman ve mekandan bağımsız deneyimler yaşar ve sadece fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik hareket eder. Organizmayı strese sokan bedensel (açlık, altını kirletme gibi) ihtiyaçların karşılanmasını ister. Bunun yanı sıra en önemli belki de yaşamsal bir gereksinim olarak sıkı sıkı kucaklanmaya, bilinçsiz el-kol-bacak, yani refleksif beden hareketlerinin yarattığı korku ve endişe duygularından uzaklaşmaya ihtiyacı vardır. Henüz beden bütünlüğü algısı oluşmadığı için kendi bedenine de yabancıdır, bilinçsizce devinen eller ve kollar sanki başka nesnelermiş gibi görünür bebeğe ve bu yüzden anne karnının sağladığı sonsuz emniyet duygusunu diğer bir deyişle saklı cennetini geride bırakan bebek için bu devinimler dehşet duygusu şeklinde bile deneyimlenebilir. Bu nedenle bebeğin özellikle ilk bir ay içerisinde güven ve emniyet hissi oluşturacak şekilde giydirilmesi, anne göğsünde sıkıca tutulması ve ten teması kurması çok önemlidir. Böylece bebek kendi beden sınırlarını daha rahat öğrenecek ve benlik gelişimi de o denli sağlıklı bir yol izleyecektir.
İkinci ayla birlikte bebeklerde ilk sosyal davranış olarak tanımlayabileceğimiz istemli gülme davranışı gözlemlenir. Anneyi gördüğünde, çeşitli objeleri, oyuncakları gördüğünde veya gıdıklama gibi durumlar karşısında gülerek tepki vermeye başlar. “Ben ve diğerleri” ayırımı belirgindir, anneye karşı özel bir bağlılık, onu arama, varlığında rahatlama gibi bağlanma ilişkisinin ilk görünümleri ortaya çıkmaya başlar. Bu evreden itibaren çocuk ve bakım veren kişi arasındaki bağlanma serüveni kişilik yapısı ve ilişki kurma biçimini belirleyecek şekilde 2 yaşına kadar devam eder. Psikolojik gelişimde birbirinden net sınırlarla ayrılmış dönemlerden söz edilemez, her dönem kendisinden önceki gelişim aşamasıyla iç içe ve ondan beslenmektedir. Kendinden önceki dönemin mirasını sağlıklı bir şekilde devralan bir sonraki gelişim evresi bu mirastan beslenerek kendi gereksinimlerini elde etmeye devam eder. Örneğin doğumdan ilk bir aya kadar bedensel ihtiyaçlar, güvende hissetme gibi yaşamsal gereksinimler karşılanmamışsa bebek bir sonraki döneme bu eksikliklerle birlikte girer. Bu da içinde bulunduğu evrenin görevlerini tam olarak başarabilmesini engeller.
Bebeğin ilk bağlanma nesnesi genellikle annedir, ancak anne ve baba arasında sağlıklı bir ilişkinin olduğu, çocuk gelişiminin baba tarafından da desteklendiği ailelerde baba da bağlanma nesnesi olabilmektedir. Böyle durumlarda bebek beslenme ve diğer ihtiyaçlarda anneye, oyun ve aktivitelerde ise babaya yönelebilmektedir.
Bebeklik döneminde bağlanma birbirini takip eden sıralı evreler halinde ortaya çıkmaktadır. İki aya kadar olan ilk evrede bağlanma meme arama, başı döndürme, yakalama, emme, yutma, beslenme saatini sezinleme ve hazırlanma şeklinde kendini gösterir. Sekizinci haftayla birlikte bağlanmanın ikinci dönemi başlar be bebek artık anneye gülümsemeye, göz kontağı kurmaya, anneyi diğer insanlara tercih etmeye başlar. Bu dönemde bebek anneyi diğerlerinden ayırt etmeye başlamış olsa bile bağlanmanın tam olarak gerçekleşmesi 6-24 aylar arasında olmaktadır. 7. Aydan itibaren ben ve diğerleri ayırımı zihinsel olarak netleşmiştir, bebek çevresinde olup bitenleri anlamlandırmaya başlar, yabancılarla karşılaştığında korku, kaygı ve kaçınma davranışları göstermeye başlar.
Bu evrede anne bebek için güvenli üs işlevi görür. Yabancılardan kaçan bebek hemen anneyi arar ve ona yönelir. Annenin varlığında çevreyi araştırır, diğer insanları inceler ve kaygı düzeyi yükseldiğinde anneye yönelir. Anne tehlike anında sığınılacak bir liman olarak hep orada bulunmalıdır.
Bir gelişim psikoloğu olan Mary Ainsworth bebek ile anne arasındaki bağlanma ilişkisini incelemek üzere Yabancı Durum Testi adını verdiği bir deney prosedürü geliştirmiştir. Buna göre 11-17 ay arasındaki bir bebek 20 dakika boyunca bir oyun odasında gözlemlenir. Bu sırada çocuğun annesi ve bebeğin yabancı olduğu bir kişi belirli aralıklarla odaya girip çıkarlar. Bu şekilde bebek için annenin varlığı, annenin ayrılışı, yabancının odaya girişi, bebeğin yabancıyla odada kalışı ve annenin geri dönüşü şeklinde çeşitli durumlar oluşturulur. Ve bebeğin bu durumlar karşısında verdiği tepkiler kaydedilir. Buna göre bebekler 3 gruba ayrılır;
Güvenli bağlanma: Bebekler annenin varlığında etrafta rahatça dolaşır, nesnelerle ilgilenir, ara sıra annenin yanına dönerler. Anne odadan ayrılınca aşırı olmayan bir şekilde (yatıştırılamayacak şekilde değil) huzursuzluk ve ağlama gösterebilir ve anne geri dönünce sevinç içinde anneye koşarlar. Bu bebekler stresli oldukları her durumda annelerinin yardımcı olacağından emin olan çocuklardır. Anne döndüğünde de onu sevinç içinde karşılarlar, güvenli bağlanmanın oluşabilmesi için çocuğun kesintisiz, tutarlı tepki veren, duyarlı ve her zaman ulaşılabilir bir bakım verene sahip olması önemlidir. Bebek ihtiyaç duyduğu her durumda anneyi yanında bulacağı için, tekrarlanan bu ilişki biçimiyle dünyaya ve diğer insanlara karşı bir güvenli bakış açısı geliştirebilecektir.
Kaygılı (ikircikli) bağlanma: Bebekler anne odadayken bile huzursuzdur, ağlama, mızmızlanma ve sürekli annenin yanında olmak isteme gibi davranışlar gösteririler. Annenin ayrılmasına aşırı tepki verirler ve anne dönünce öfke ve kızgınlıkla anneye vurma, tekmeleme gibi davranışlar gösterirler. Bu bebeklerin anneyle ilişkileri genellikle çatışmalıdır, bünyesel olarak zor yatıştırılabilene bebekler olabilecekleri gibi, annelik rolünde zorlanan, hamilelik ve emzirme süreçleri sıkıntılı geçtiği için kendi ruhsal ihtiyaçlarıyla bebeğe olumsuz yaklaşan annelerdir. Ayrıca bu anneler tepkilerinde tutarlı olmayan ve sözel veya davranışsal olarak terk etme tehdidinde bulunan annelerdir. Bu gruptaki çocuklar da depresyona ve strese daha yatkındırlar.
Kaçıngan bağlanma: Annenin varlığında anneye kayıtsız görünürler, etrafı incelemek için merakları sınırlıdır, anne gidince ağlamaz ve anne dönünce de anneden kaçınır ve öfkeli görünür. Bu bebekler annelerinin yardıma koşacağına ilişkin güveni oluşmamış bebeklerdir. Dolayısıyla anneyi güvenli bir üs olarak görmedikleri için beklentileri de yok denecek kadar azdır. Anneyle olan nitelikli bir ilişkiyi sanki reddeder gibidirler. Özellikle annenin sözel ve fiziksel taciz uyguladığı bebeklerde anneden korkma nedeniyle güvenli bağlanma ilişkisinin kurulamadığı görülmektedir. Bu grupta saldırganlık (hostilite) yatkınlığının daha yüksek olduğu gösterilmiştir.
Dağınık (Dezorganize-yönelimi belli olmayan) bağlanma: Annelerine bazen çok bağımlı bazen de annenin yokluğuna kayıtsız davranan bebekler bu gruba girer. Anneyle ilişkisinde öngörülebilen, tutarlı bir nitelik yoktur, yani anneye dair zihinsel temsili hiç kuramamış olanları ifade eder. Dağınık bağlanma örüntüsü gösteren çocukların annelerinin fiziksel taciz ya da ihmalde bulunan, psikiyatrik bozukluk oranları yüksek olan ya da kendi bağlanma nesneleri ile olan sorunlarını çözememiş anneler olduğu bildirilmektedir. Dağınık bağlanma örüntüsünün altında yatan nedenin bakım verenden korkma olduğu belirtilmektedir. Disosiyatif bozukluklar, şizoid bozukluklar, alkol/madde bağımlılığı gibi sorunlar en çok bu grupta görülür.
Bağlanmanın Sonraki Dönem Yansımaları
0-2 yaş arasında anneyle kurulan bu bağlanma ilişkisi kurulamaz veya bir nedenden ötürü kesintiye uğrarsa kişilik gelişimden ve ruhsal gelişimde çeşitli aksaklıklar ortaya çıkar. Bebeklerde bağlanılan figürden ayrılma ileriki dönemlerde hastalık ve yorgunluk olarak farklı semptomlar şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Çeşitli nedenlerle doğumdan hemen sonra annelerinden ayrılan bebeklerin beslenmeyi reddettikleri, sosyal içe çekilme yaşadıkları ve bebeklik dönemine has depresif belirtiler gösterdikleri pek çok araştırmada gösterilmiştir.
Son yıllarda bağlanma konusu özellikle anne-çocuk ilişkisinin araştırıldığı pek çok çalışmada ele alınmıştır. Özellikle ruh sağlığı bozukluklarının erken dönem kökenlerini konu alan araştırmalar sıklıkla anne-çocuk arasındaki bağlanma ilişkisinin niteliğine ve bu ilişkinin psikopatoloji gelişimindeki rolüne odaklanmışlardır.
Araştırmalar çocukların erken dönemde bakım veren kişiyle (çoğunlukla anne) kurduğu ilişkinin yapısına göre bazı zihinsel temsiller geliştirdiğini göstermektedir. Kişi dünyayı, kendini ve başkalarını bu temsiller algılamakta ve anlamlandırmaktadır. Eğer erken dönemde “yeterince iyi bir anne” “yeterince sevgi” göstermişse ve çocuğun ihtiyaçları karşılanmışsa çocuk kendisiyle ilgili, “Ben değerliyim.”, “Ben bakılmaya değer biriyim.” şeklinde olumlu bir zihin temsili geliştirmektedir.
Bilişsel şemalar, bir diğer deyişle hayata baktığımız pencereler olarak tanımlayabileceğimiz bu yapılar bütün yakın ilişkileri kurma ve sürdürmede kullanılan temel mekanizmalara dönüşmektedir. Yapılan araştırmalar erken dönem anne-çocuk ilişkisine çok benzer bir şekilde, bazı insanların yakın ilişkilerinde güvenli, bazılarının saplantılı ya da kaygılı olduğunu, bazılarının da ilişkilerinde soğuk ve mesafeli olduğunu göstermektedir. Erken dönemde kurulan ilişkinin yapısı, sembolik olarak benzer ortamlar oluştuğunda kendisini tekrarlayan bir özelliğe sahiptir. Örneğin, erken dönemde tutarsız ve müdahaleci bir anneyle/bakıcıyla büyüyen çocuk, ihtiyaç anında anneye ulaşabileceğinden emin olamadığı için sürekli anneye yakın durmaya çalışarak, onu gözetim altında tutarak ve ona yapışarak annenin varlığını garantilemeye çalışabilir. Bu format ileride kurulacak romantik veya diğer yakın ilişkilerde devreye girebilir. Kişi, terk edilme ve ihtiyaç anında ulaşamama endişesiyle partnerini sürekli gözetim altında, ulaşılabilir mesafede tutmak isteyebilir, sürekli arar, kontrol eder ve aynen bir çocuğun anneye yapışması gibi partnere yapışmaya başlayabilir, onu paylaşamaz ve patolojik kıskançlık geliştirebilir. Benzer bir şekilde erken dönemde anneden gereken güven ve emniyet duygularını alamayan birey kendi başının çaresine bakmaktan başka seçeneği olmadığını öğrenir ve ileriki ilişkilerinde de karşısındaki kişiye güvenmesi, ondan destek beklemesi ve ona kendini açması mümkün olmaz.
Araştırmalar bireylerin stres karşısında verdikleri tepkilerin de bağlanma ilişkisinden etkilendiğini ortaya koymuştur. Örneğin güvenli bağlanan bireylerin travmatik olaylar veya stres yaratan durumlar karşısında çözüm odaklı problem çözme yöntemlerine daha sık başvurduklarını göstermektedir. Kaygılı/kararsız olanların ise, problemi çözüm odaklı ele almak yerine daha duygusal tepkiler vererek olaya yaklaştıkları, yani çoğunlukla ağlayarak, sızlayarak ve yakınarak baş etmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu bireyler aşırı sosyal destek ihtiyacı göstermekte ancak bunu sağlıklı bir şekilde kullanamamaktadırlar. Kaçıngan bağlananlar ise genellikle sorunu görmezden gelmekte ve sorundan uzak durarak, sorunu inkâr ederek ya da güçlü görünerek çözmeye çalışmaktadırlar. Örneğin bir araştırmada erken çocukluk döneminde kaçıngan başlanma ilişkisi geliştirenlerin ağır stres durumunda daha fazla psikosomatik (ruhsal kaynaklı bedensel rahatsızlıklar) yakınma gösterdiği görülmüştür.
Erken dönem bağlanma tarzımız diğer tüm çocukluk deneyimlerimiz gibi, belki onlardan biraz daha fazla, kişiliğimizin oluşumunda ve başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerde belirleyici bir etkiye sahip. Bu nedenle annemizle veya bizi büyüten kişiyle kurduğumuz ilişki serüvenimiz zaman zaman geriye dönüp bakmamız, okumamız gereken önemli bir kaynak. Bu kaynak düşünce, duygu ve davranışlarımızın altında yatan motivlere dair önemli ipuçları içeriyor olabilir. Her zaman olumlu anılarla dolu olmasa da, yaşadığımız her şey bizi biz yapan şeyler olduğu için önemli ve daha farkında bir yaşam için bunların izini sürmeye değer.
Melike İlerisoy
Uzman Klinik Psikolog
KAYNAKLAR