Spontanite, karşılaşılan bir duruma en uygun tepkiyi verebilmek demektir. Bazen bu, kişiliğin özgürce ifade edilmesinde ortaya çıkan bir olgudur. İnsanoğlu dünyaya geldiğinde bu beceriyi de beraberinde getirir. Çocuklar son derece spontan canlılar iken yetişkinliğe doğru ilerledikçe toplumsal ve kültürel olarak belirlenen davranış kalıplarına uyma telaşı içerisinde spontanlıktan uzaklaşırlar. Bu, yetişkinlerin gereksinim duydukları ‘duruma uygun tepki verebilme’ becerisini kaybetmelerine ve ruhsal sıkıntılarla başlayıp bedensel rahatsızlıklara giden sürecin başlamasına sebep olmaktadır. Örneğin stresli bir durumla karşılaşıp sağlıklı tepkiler veremeyen ve dolayısıyla stresle baş edemeyen birisini düşünün, bu kişi; sırt ağrısı, mide ağrısı, boyun ağrısı gibi çeşitli somatik rahatsızlıklar gösterebilir. Peki, neden hastalanmak pahasına gereksinim duyduğumuz spontaniteden uzaklaşırız? Çünkü spontanite farklı durumlara farklı ve yeni tepkiler vermeyi gerektirir, bunun için risk alabilmek gerekir. Oysa insan güvenli olan, daha önce denenmiş, tecrübe edilmiş ve diğer yetişkinler tarafından öğretilmiş olan davranışlara sığınır.
Çocukların spontanitesi çok kıymetlidir ve bunu geliştirmemiz için bize sonsuz olanak sunarlar, biz ise onu yok ederiz. Sürekli olarak annesinin yönergelerini dinleyen bir çocuk, yeni bir durumla karşılaştığı zaman ne yapacağı konusunda sorunlar yaşayabilir. Herkesten farklı davranışlar gösteren bir çocuk anormal olmakla suçlanabilir. Çocuklar spontan davranışlarından rahatsız olan yetişkinler ve toplumsal normlar sebebiyle bu yönlerini baskılayıp zamanla bu becerilerini kaybederler. Spontaniteyi engelleyen her şey ruh sağlığına ve gelişime vurulan bir darbe olarak değerlendirilmelidir.
Bir çocuğun sahip olduğu en değerli becerilerden birisi de eyleme geçmektir. İnsanoğlu doğduğu andan itibaren tüm ihtiyaçlarını giderebilmek için eyleme geçer. Yeni doğan bir bebeğin hayatta kalabilmesi için emme refleksini kullanması gerekir, yani açlık ihtiyacını giderirken eyleme geçer ve bu beceriyle dünyaya gelmiştir. Büyüdükçe çeşitli motor becerileri de gelişmeye devam eder ve artık yürümeye başladıktan sonra eyleme geçmek onun için daha kolaydır. Bebek konuşma yaşına gelir ancak dil ve konuşma becerisini bir yetişkin kadar etkin kullanabilmesi yıllarını alacaktır. Duygularını ve düşüncelerini etkili bir şekilde ifade edememek bir yetişkini nasıl sıkıntıya düşürüyorsa bir çocuğu da o şekilde sıkıntıya düşürür. Ancak onların baş etme mekanizmaları yetişkinlerinkinden daha farklıdır: eyleme dökerler. Arkadaşına küsmüş bir çocuk düşünün, dudağını büzer, sırtını döner, kollarını birbirine bağlar. Çünkü sözel becerileri kısıtlıdır ve duygularını bir şekilde iletmeye ihtiyacı vardır, durum hemen beden diline ve hareketlerine yansır.
Oyun terapisi, oyun çağındaki çocukların sorunlarının tedavisinde en etkili yöntemlerden biridir çünkü çocuk hayatında olup biten her şeyi oyun yoluyla gösterir. Terapist çocuğun üzüldüklerini, sevindiklerini onu zorlayan tüm meseleleri çocuğun oyunundan ve eylemlerinden okur. Çocuğun eylemleri çocukla ilgili çok şey anlatır, seçtiği oyuncaktan çizdiği aile resmine kadar her şey anlamlıdır. Bu onların zorluklarla başa çıkmalarındaki en kuvvetli beceridir. Bir çocuğun zorluklar yaşaması için büyük bir travma yaşaması şart değil, çocukluk zaten örseleyicidir. Yetişkinlerin hayatlarını sürdürürken kullandıkları günlük yaşam becerilerinin çoğu çocukluk döneminde henüz kazanılmamıştır. 4 yaşında bir çocuk düşünün ayakkabısını bağlayamaz, düğmesini kapatamaz, ablası kadar güzel resim çizemez, çorbasını dökmeden içemez. Gün içerisinde sürekli bir başkasının yardımına ihtiyaç duyar ve bu çocuk için zorlayıcı olabilir. Ama yetişkinlerin çocuklarla yarışamayacağı bir konu vardır: oyun oynamak! Çünkü oyun oynamak içerisinde spontanlık becerisini ve bol bol eylemi barındırır. Oyun bir çocuk için açlık, susuzluk gibi giderilmesi gereken bir ihtiyaçtır, oyun oynamak da eylem açlığını giderir. Çocuk için eylem açlığını gidermek ve bu açlığı giderirken engellenmemek son derece önemlidir. Çocuk bu şekilde kendini gerçekleştirme yolunda sağlıklı olarak ilerleyebilecektir. Bu sürecin gerçekleşmesi onun spontanitesi yardımıyla hızlı ve kolaydır. Her eylemi yetişkin tarafından engellenen bir çocuk başka çözümler arayacak ve daha sağlıksız olan tutumlar geliştirmeye başlayacaktır. Pasif direnişler, öfkenin artması ve zarar verici davranışlar, asosyal davranışlar ve antisosyal tutumlar korku ve kaygının gelişmesine bağlı olarak, çekinik tutumlar oluşmasına zemin hazırlayacaktır. Çocuklar, çoğu zaman bu problemlere rağmen gelişimlerini sürdürürler ve birer yetişkin olarak beraberlerinde taşıdıkları problemler ile hayata atılırlar. Ancak bu durum onların çeşitli biçimlerde tökezlemelerine, kendilerine ve çevrelerine problemler oluşturmalarına sebep olacaktır (Altınay, 2015).
Çocukların spontanite ve eyleme geçme gibi iki kıymetli becerisinden bahsettik. Bu becerilerin geliştirilmesi için bizlere yetişkinler olarak düşen şey onları engellememek ve onlarla birlikte hissetme, birlikte yapma halinde bulunmaktır. Özellikle annelere düşen rol büyüktür çünkü bebek ile anne arasında olan birlikte hissetme hali daha anne karnında iken başlar ve çocukluk dönemi boyunca sürdürülmesi gerekir. Kaybolan spontaniteyi yeniden kazanmanın veya bu beceriyi geliştirmenin bir diğer yolu da psikodrama grup psikoterapisi ile gerçekleşir. Bu terapi tekniğinde son derece spontan bir ortam oluşturulur ve kişi grup içerisinde terapistin de yardımıyla sağaltılır. Sosyometri yolu ile seçimler ve ilişkiler yeniden gözden geçirilir, kişinin geçmişte yaşadığı sorunlar canlandırma tekniğiyle yeniden ele alınır ve kişinin yaşadığı durumlara en uygun, en sağlıklı tepkiyi vermesi hedeflenir. Psikodrama, yetişkinler için olduğu kadar çocuklar için de son derece etkili bir yöntemdir. Çocukların sağlıklı olandan yetişkinlerden daha yakın olduğu, onların değişime ve sağaltıma daha açık olduğu unutulmamalıdır.
Şahika USLU
Psikolog
KAYNAKLAR